Feminist Distopyanın İçindeki Işık
Feminist bir distopyanın ne kadar kötü olabileceğini hiç düşündünüz mü? Stepford Kadınları, tam olarak bu distopik dünyanın kapılarını bizlere açıyor. Kitap, feminist ve çağdaş olarak nitelendirebileceğimiz Eberhart ailesinin Stepford kasabasına gelişiyle başlıyor. İlk bakışta normal ve misafirperver görünen bu şehir ve insanları, daha sonra bu ailenin bütün ayarlarıyla oynayacaktır.
Bu şehirdeki bütün kadınlar bir soap operadan çıkmış ev kadınları gibi yaşamakta ve görünmektedirler. Büyük popo ve göğüsleri, bütün gün evin içinde iş yapmaları ve eşlerini mutlu etmekle bütün ömürlerini geçirmeleri ilk bakışta sıkıntı olarak görülmez. Çünkü herkes buna alışmıştır. Fakat şehre yeni gelen bu ailenin annesi Joanne, feminist ve haklarının farkında olan şehirli biri olunca düzen yavaş yavaş sorgulanmaya başlanır. Okuyucuya bütün kadınların aynı şekilde olduğunu gösterirken diğer taraftan da Erkek Kulübü denilen yapı tanıtılır. Kadınları evi toplayıp onları beklerken bütün günlerini ve gecelerini bu kulüpte geçiren erkeklerin tek derdi cinsellik ve oyundur. Okuyucu olarak feminist ailemizin babasının bu duruma karşı çıkacağını ve oraya katılmayacağını düşünsek de Walter oraya gider. Ve kendini aklamak için de cümlesi hazırdır: “Orayı içten fethedeceğim ve birlikte mutlu yaşayacağız.” Distopya olmasından da anlayacağınız üzere durum böyle gitmez ve hikaye gelişmeye başlar.

Joanne, mahallenin garip olduğunu sezerek geçmiş kayıtları araştırmaya gider ve gazetelerden birinde “Kadınlar Kulübü” olduğunu ve garip bir şekilde kapandığını bulur. O kulüp listesindeki kadınları bulmaya çalışırken her kapı yüzüne kapansa da iki tane feminist kadını bulmayı başarır. Bu arkadaşlık, kitap içinde en güvende hissettiğimiz konuşmaların geçtiği ve bizi korkutmayan tek gelecek imgesi olur. Fakat okur olarak bizlerin mutluluğu çok uzun sürmez çünkü içlerinden bir kadın, eşiyle çıktığı tatilden sonra tam bir Stepford kadınına dönüşüp gelir. Joanne ve yanında kalan tek arkadaşı Bobbie, bu olayı araştırmaya başlarlar. Büyük bir ilerleme kaydetmeseler de bir gariplik olduğunu kanıtlayacak kadar ellerinde bilgileri olmuştur. İşte bu fazla bilgiler onların başına da bela olacaktır.
Joanne buldukları kanıtları eşine anlatmaya çalışsa da eşi onun akli dengesini kaybettiğini ve bir doktora gitmesi gerektiği savunur. Joanne’a göre artık Walter da o erkeklerden biridir ve eşini toksik maskülinite ile zehirlemeye çalışıyordur. Bunları Bobbie ile paylaşacağı sırada ise Bobbie’nin eşi, onu bir tatile götürür tıpkı diğer kadınlarda olduğu gibi. Bobbie geldiğinde her şeyin iyi olacağını düşünse de Joanne’ı çok farklı bir senaryo beklemektedir. Bobbie de diğer kadınlar ve arkadaşları gibi tatilden Stepford kadını olarak döner ve Joanne ile hemfikir olduğu hiçbir şeyi artık savunmuyordur. Bir arkadaşını daha kaybetmeyi kaldıramayan Joanne, sinir krizi geçirir ve eşine bir tatil önerisinde bulunur. Fakat bu tatil yaklaştıkça Joanne düştüğü tuzağı fark eder ve eşinden, aynı zamanda evinden kaçar. Bu kaçış sonunda hiçbir işe yaramaz, Joanne’i şehrin erkekleri bulur ve eve dönmeye ikna ederler. Eve döndüğünde ise Joanne artık Joanne değildir.

Okuyucu olarak ne kadar distopik olsa da belki bu zehirli kadın-erkek ilişkisi çözülür diye bekledik. Fakat sonunda Joanne’nin de feminist saflarından düşmesiyle aslında umudumuz Joanne için bitti. Kadının toplumda ev işleri, çocuk bakımı ve eş olma dışında da bir yeri olduğunu ama bunun nasıl unutturulmaya çalışıldığını gördüğümüz bir kitap Stepford Kadınları. Okurken içimizde hep bir korku olsa da kitabın sonunda kulaklarımızda şu ses çınladı: “Ey kahraman Türk kadını, sen yerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın!”
Bu 10 Kasım’da da her bir Türk evladının bu kadar özgürce ve kendisi olarak yaşamasına imkan sağlayan Atamızı saygı ve özlemle anıyoruz. Açtığı yolda, gösterdiği hedefe…