Yaz’dan Sonbahar’a: Bağlanma Stillerinde İlişkiler Arası Yolculuk
500 Days of Summer filmi, beni ilişkiler ve bağlanma stili teorisi üzerine yeniden düşünmeye itti. Bağlanma teorisine göre üç temel bağlanma çeşidi var: güvenli, kaygılı ve kaçıngan bağlanma. Filmde Tom’un Summer’a ilk görüşte tutulması, birçok izleyici gibi bana da tanıdık geldi. Filmde Tom romantik bir karakter olarak resmedilirken, Summer daha bağımsız ve mesafeli bir kişilik olarak sunuluyor. Bu sahne, onların farklı arka planlarının ve ilişkiye dair farklı bakış açılarının ilerleyen olaylarda nasıl çatışacağını bizlere önceden hissettiriyor. Bazen henüz yeni tanıştığımız birini “hayatımın aşkı” olarak hayal edebiliyoruz. Küçük işaretlerden büyük anlamlar çıkarmak, çoğu romantik insanın en büyük alışkanlığıdır. Meşhur The Smiths sahnesi bunun en güzel örneklerinden biri bizce. “To die by your side is such a heavenly way to die…” sözleri, Tom’un gözlerindeki parıltıyla birleşince filmin en unutulmaz anlarından biri hâline geliyor.
Hepimiz zaman zaman bizimle aynı şeyleri istemeyen insanlara bağlanmışızdır. Ne istediklerini açıkça dile getirseler bile biz, sevgimizin onları değiştireceğine inanırız. Kaygılı bağlanan kişiler, kaçıngan şekilde bağlananlarla bir araya geldiklerinde bu kısır döngü daha da belirginleşir. Özgür ruhlu görünen tarafın değişeceğini umar, farklı beklentilerin üstünü örtmeye çalışırız. Ancak bu tür ilişkiler, er ya da geç gerçeklerle yüzleşmek zorunda kalır. Filmde Summer, ilişkinin ciddi olmayacağını açıkça ifade eder: “Emin misin? İnsanlar bunu duyduklarında deliriyorlar.” Bu sözlere rağmen Tom, sevginin gücüyle Summer’ı değiştirebileceğini zanneder.
Asıl soru şu: Tom neden Summer’dan vazgeçemedi? Bunun cevabı, çoğumuzun deneyimlerinde gizli aslında. Çocuklukta tam karşılanmamış ilgi ve sevgi ihtiyaçları, yetişkinlikte partnerden alınacak onaya dönüşür. Böyle durumlarda bağlanma, sağlıklı bir sevgiden çok bir tür tamamlanma arzusuna dönüşür. Partner uzaklaştıkça kaygı artar, ilişki ise yalnızca romantik bir bağ değil, aynı zamanda kişinin kendi değerini kanıtladığı bir alan hâline gelir. Summer’ın ciddi bir ilişki istememesi, Tom’un en derin korkusunu tetikler: yeterince sevilmemek. Bu tür ilişkilerin sonu çoğunlukla bellidir. Kaçıngan bağlanan taraf ilişkiyi bitirir, kaygılı bağlanan taraf ise reddedilme, değersizlik ve kendini suçlama döngüsüne girer. Filmde de bu dinamik açıkça görülür. Ancak zaman geçtikçe acı, bir farkındalığa dönüşür. Çünkü aslında mesele yalnızca karşı taraf değildir; biz de çoğu zaman yüzleşmekten kaçtığımız gerçekler yüzünden bu kadar çok yara alırız. İşte bu farkındalık, duygusal bağımlılık ile güvenli bağlanma arasındaki farkı görmemizi sağlar.
Filmin sonunda Summer başkasıyla evlenir. İzleyici ise şu soruyla baş başa kalır: “Neden onun tabularını, sınırlarını yıkan kişi Tom olamadı da başkası olabildi?” Bu sorgulama, çoğu ayrılıktan sonra yaşanan evrensel bir histir. Fakat belki de cevabı çok basittir: gerçek bağlanma; karşılıklı istek, güven ve kabulle mümkün olabilir. Son sahnede Tom’un “Autumn” adlı biriyle tanışması, işte tam da bu yüzden etkileyici bir metafordur. Summer’dan sonra Autumn’un gelişi, hem mevsimsel bir geçişi simgeler hem de yeni bir başlangıca işaret eder. Film, bize her bitişin ardından daha olgun ve sağlıklı bir bağ kurma ihtimalinin varlığını hatırlatır.
500 Days of Summer bize gösteriyor ki, ilişkiler sadece romantik hikâyeler değil, aynı zamanda kendimizi tanıma yolculuklarıdır. Bazen en karmaşık ve yıkıcı ilişkiler bile bize kim olduğumuzu, neye ihtiyaç duyduğumuzu ve nasıl bağlandığımızı öğretebilir. Belki de asıl mesele, birinin bizi ne kadar sevdiği değil; bizim o ilişki sayesinde kendimizi ne kadar anlayabildiğimizdir.
Daha fazlası için Radyo Bilkent'i sosyal medya hesaplarından takip etmeyi unutmayın!