Geceye Saklanan Duygular: Sabahın Üçü
Son yıllarda okurların yeniden keşfettiği romanlardan biri de Gianrico Carofiglio’nun Sabahın Üçü adlı eseri. İlk bakışta küçük ve sade bir hikâye gibi duran bu roman, aslında aile bağları, kimlik arayışı ve insanın kendini tanıma yolculuğu üzerine derin bir anlatı sunuyor. Basit bir baba-oğul hikâyesi görünümünün ardında, hayatın sıradan anlarını büyüten ve onların taşıdığı anlamları okura hatırlatan bir metin var. Carofiglio, sade dili, içten üslubu ve küçük anların ardında saklı büyük anlamları açığa çıkarma becerisiyle okuru sessiz ama yoğun bir yolculuğa davet ediyor.
Romanın merkezinde Antonio adında genç bir karakter var. Anne ve babasının ayrılığıyla büyümüş, içine kapanık bir yapıya sahip. Çocukluğundan beri epilepsi hastalığıyla yaşayan Antonio, bir gün durumunu netleştirmek için doktor kontrolüne gider. Doktorun önerisi, Antonio ve babasının iki gün boyunca hiç uyumadan kalmasıdır. Bu test, başta sadece tıbbi bir gereklilik gibi görünür; ancak kısa sürede baba ve oğulun hayatında unutulmaz bir dönüm noktasına dönüşür. Çünkü daha önce birbirine mesafeli duran bu iki insan, ilk kez bu kadar uzun süre yalnız kalır, konuşur, düşüncelerini ve duygularını paylaşır.
Carofiglio’nun anlatısında büyük olaylar ya da şaşırtıcı sürprizler yoktur. Roman, aksine, hayatın en sıradan görünen anlarını büyüterek onların ne kadar anlamlı olduğunu gösterir. Antonio ile babasının sohbetlerinde matematikten müziğe, felsefeden gündelik hayata kadar pek çok konu açılır. Ancak bu sohbetlerin altında yıllarca birikmiş suskunluklar, kırgınlıklar ve söylenememiş cümleler vardır. Babasının pişmanlıkları ve Antonio’nun hem hastalığını hem de kimliğini kabullenme süreci, hikâyeyi derin bir duygusal katmana taşır.
Romanın adı olan Sabahın Üçü, yalnızca bir zaman dilimi değil aslında. Gecenin en sessiz saatinde, uykusuzlukla yorgunluğun birleştiği anlarda insan kendinin en çıplak hâliyle yüzleşir. Baba ve oğulun içlerini açabilmesi, birbirlerini yeniden keşfetmesi ve gerçeği saklamadan konuşabilmesi, bu saatin simgesel gücünü oluşturur. Yazar, sabahın üçünde yaşananları yalnızca karakterler için değil, okur için de bir tür farkındalık anına dönüştürür.
Dili yalın ve akıcı olan Carofiglio, süslü cümlelere ihtiyaç duymadan okuru hikâyenin içine çeker. Marsilya’nın sokakları ve liman kenti atmosferi, romanın fonunu oluştururken karakterlerin ruh hâlini de yansıtır. Kentin gece sessizliği, baba ile oğulun attığı adımların ve söyledikleri sözlerin daha güçlü duyulmasını sağlar.
Sabahın Üçü, aile ilişkileri üzerine düşündüren bir roman. Çoğu zaman aile bağlarını kendiliğinden var sanarız ama aslında bu bağlar, sürekli yeniden inşa edilmesi gereken bir ilişki biçimidir. Antonio ve babasının hikâyesi, geçmişte yaşanan kırgınlıkların doğru zamanda aşılabileceğini ve konuşmaya cesaret etmenin çoğu zaman yeterli olduğunu hatırlatır bizlere.
Sonuçta Sabahın Üçü, temposu sakin ama etkisi derin bir eser. Büyük olaylar yerine küçük anların değerini vurgular; aileyi, hastalığı, kimliği ve duyguların ağırlığını yalın ama etkileyici bir dille işler. Roman bittiğinde okur, yalnızca Antonio ve babasının hikâyesini değil, kendi hayatındaki sabahın üçlerini de düşünmeye başlar. Daha fazlası için Radyo Bilkent’i takip etmeyi unutmayın!